10 KASIM DÜŞÜNCELERİ (4)
Son yılların tecrübeleri bir kez daha gösterdi ki ATATÜRK İLKELERİ ve BÜYÜK TÜRK İNKILÂBI, zamanla eskimeyen, modası geçmeyen, hep genç kalabilen temel taşlarıdır.
İlke ve inkılâp, TÜRKİYE CUMHURİYETİ’nin ve TÜRK HALKI’nın hayat felsefesi olmuştur. Bu felsefe, asla bir dayatma olmayıp, hava ve su gibi, ekmek ve aş gibi bir ihtiyacın eseridir. Bu felsefenin gerekçesi, SÖYLEV’in sonunda, bizzat ATATÜRK’ün ağzından, 20 EKİM 1927 tarihinde şu veciz sözlerle açıklanmıştır.
“… Günlerce süren, uzun ve ayrıntılı konuşmalarım, nihayet tarihe geçmiş bir çağın öyküsüdür. Bunda, ulusum için ve gelecek nesillerimiz için ilgi ve uyanıklığı sağlayabilecek, kimi noktaları belirtebilmiş isem kendimi mutlu sayacağım.”
“Bu söylevimle, ulusal varlığı sona ermiş sayılan büyük bir ulusun; bağımsızlığını nasıl kazandığını, bilim ve tekniğin en son verilerine dayanan ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.”
“Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımların yarattığı uyanıklığın ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.”
İşte burada bir an durun ve düşünün. 1997 yılının 10 KASIM haftası, hepimiz için bir durup düşünme, geçmişe ibret nazarı ile bakma, günün muhasebesini yapma ve geleceğe umutla yönelmenin durağı olsun.
10 KASIM 1938’den bugüne dek hangi evrelerden geçmişiz? Verdiğimiz sözlerin kaçta kaçını tutmuşuz? Attığımız imzalara ne derece uymuşuz? İçtiğimiz andlara ne denli sadık kalmışız?
Bilhassa sorumlu ve yetkili mevkilerde bulunanlarımız, büyük büyük unvan ve koltuklara sahip olanlarımız, parasal güç ve kudreti ellerinde tutanlarımız biraz daha derinliğe düşünmeli değil midir?
Yoksa hani fıkradaki gibi bir kaytarmaca yolunu mu seçmekteyiz?
Oruç yemenin yasak olduğu bir devirde, bizim sevimli Bektaşi babasını oruç yerken gören zaptiyeler, “bir daha yapmayacağına and iç, biz de seni görmemiş olalım” demişler. Bektaşi babası, hay hay deyip and içmiş. Birkaç gün sonra bizim bektaşiyi bu kez rakı içerken yakalayan zaptiyeler, palas-pandıras Kadı hazretleri’nin huzuruna çıkartmışlar. Kadı hazretleri Bektaşi’ye fena kızmış: “Behey densiz, bu saçın sakalında oruç yemeye utanmıyor musun?” Bektaşi babası boynunu bükmüş: “Ben yoksul bir adamım, and bulursam and içerim, rakı bulursam rakı içerim!”
Bizim böyle bir lüksümüz yok. 59 yıldır Atatürk adına, ilke ve inkılap adına içtiğimiz andları ve Anıt-Kabir özel defterine attığımız imzaları şöyle bir düşünelim ve silkinip kendimize gelelim.
Devamı yarın. Hoşça kalın…
15 KASIM – TOKAT GAZETESİ