“MUSTAFA DİYE BİRİ”
Tiyatronun dili bir başka oluyor. Sahnedeki oyun eğer seyirciyle iletişim kurabilmişse, eğer inandırıcı olabilmişse, eğer iyi yorumlanabilmişse ve nihayet, eğer siz kendinizi oyunun bir parçası gibi hissetmişseniz; tiyatronun dili, sizin de konuşan dilinizdir artık. Sessiz bir söyleşi yaptığınızı farketmezsiniz bile.
İşte, Tokat Gençlik Merkezi Tiyatro Bölümünün Özel İdare Salonunda sahneye koyduğu “Mustafa Diye Biri” öylesine bir “dil” oldu ki, söyleşiniz karşılıklı bir sorgulamaya dönüştü. “Mustafa Diye Biri” nin kahramanı Mustafa, bir gerçeği vurguladı. Bu öyle soyut, bu öyle fantazi, bu öyle slogancı bir sorgulama değildi. Yalındı, çarpıcıydı, gerilimliydi. Bir gerçeğin sorgulaması… Neydi o gerçek?
O gerçek; Türk insanının kendinden kaçışı, kendini yitirişi… O gerçek; Türk toplumunun uğradığı kültür erozyonu, kimlik bunalımı… Bu erozyon, hep öz değerlerimizi aşındırmış, ulusal kültürümüzü yozlaştırmış. Sonuçta gelsin diskotek- arabesk kültürü, gelsin anarşi, gelsin “izm”ler, gelsin aydın hazırlopçuluğu. İşte o Mustafa diye biri, kimliğini yitiren, sonunda kimliğini arayıp bulmak için çabalayan, engeller karşısında yeterli direnci gösteremeyip bir boşluğa yuvarlanan ve nihayet kendisini beyaz zehirde unutan bir erozyon kurbanı gençtir.
Bir kurban, ama aynı zamanda bir isyanın simgesi… “Mustafa” nın isyanı öyle bencil, kırıp dökücü, yıkıcı filan değil. Soylu bir isyan. Bir ruh hekiminin özel kliniğinde psiko-terapinin konusu oluyor.
Oyun artık bir psiko-terapi gösterisidir. Doktor Ferit, doktorun eşi sanat tarihi uzmanı Sevgi ve Mustafa arasında geçen, yer yer trajikomik öğeler de taşıyan bir dram.
“Mustafa Diye Biri” üç kahramanlı, ancak zaman zaman içiçe sahne ve rolden role geçiş tekniği ile değişik kişileri de aynı oyuncularla sahneleyen iki perdelik bir oyun. Eser, Yaşar Ürük’ün.
Eserin kahramanlarından “Ferit”i Mehmet Sülün, “Sevgi”yi Meral Gül, “Mustafa”yı da Mehmet Aktürk oynadılar. Geçen yıl, “Kör” adlı oyunda da bir araya gelmiş olan bu üçlü, rollerini yine ustaca, yine hakkıyla yorumladılar. Öylesine ki, sahnedeki oyun, onların yorumuyla güçlü bir yaşam gibi soluk alıp verdi.
Mehmet Sülün, bazı bazı seyirciyi de doğrudan hitap ederek, ustalıklı ve inandırıcı bir oyun sergiledi.
Meral Gül, yumuşak telaffuzu, duygulu ses tonuyla değişken rollerini aşkla ve şevkle oynadı. Kendisi bir diş doktoru. Mesleğini belki çok seviyordur. Ama eminim, en büyük aşkı : “Tiyatro”dur.
Mehmet Aktürk’ün rolü, oyunun odak noktası idi. Oyuna yoğunluğunu veren bir roldü. Mehmet Aktürk, tiyatroya çok yatkın bir genç. Gerçekten zor bir rolü pürüzsüz oynadı.
“Mustafa” rolünü oynayan Mehmet Aktürk’ün değil ama, “Mustafa”nın bir eksiği var mıydı? vardı galiba. Ailesini, yaşadığı çevreyi, toplumu ve toplumsal kurumları irdeleyen ve sorgulayan Mustafa, nedense kendisini pek sorgulamadı, özeleştirici hiç olmadı. Oysa toplumu oluşturan da, toplumsal kurumları yaratan da tek tek yine biz değil miyiz? Özeleştiri yapmasını bilmeyen veya buna yanaşmayan kişilerden oluşan bir toplum ve o toplumun kurumları özeleştiri yapar mı? Bu sorunun muhatapları eserin yazarı olduğunca gerçek hayattaki Mustafa’lardır aynı zamanda.
“Mustafa Diye Biri”nin başarısı, oyuncularla birlikte Uğur Şahin’in yapımcılığı ve Ertan Güveri’nin yönetmenliğinde gerçekleşti. Mehmet Önler (Suflör), Bilge Güler (Kondüvit), Dilek Eskicioğlu (Dekor), Cenk Ateş (Işık) katkılarıyla sahnelenen özverili bir “ekip çalışmasının başarısını yürekten alkışlıyoruz.
25 MAYIS – SESİMİZ GAZETESİ