RUHUNU ARAYAN KENT!

RUHUNU ARAYAN KENT!

RUHUNU ARAYAN KENT!

Kentler de canlı organizmalara benzerler. Tıpkı onlar gibi doğarlar, büyürler, gelişirler ve ölürler. Ancak bu ölüm, çok uzun vadeli bir süreçten geçtiğinden pek akla gelmeyebilir. Çok uzun yüzyıllar sonra bir höyük veya bir antikkent halinde bile olsa yaşam savaşı verirler. Kentlerin de bir ruhu vardır. Büyüme ve gelişmeleri sağlıklı olursa ne ala, ne güzel. Aksine bir gelişme halindeyse ruh muh kalmaz ortada.
Şimdi dönüp yaşadığımız kente bakalım. Yüzyıllar öncesi yaşadığı tarihlerden itibaren kimliğini oluşturmuş bir TOKAT mı çıkacaktır karşımıza, yoksa ruhunu kaybetmiş kimliksiz bir şehir mi? Keşke hiç dönüp bakmasaydık diyeceğim geliyor. Neden mi?
Bırakın 17. yy.’da Evliya Çelebi’nin SEYAHATNAME’sinde ballandırarak anlattığı TOKAT’ı, bundan 30-40 yıl önceki Tokat’tan ne kaldı geriye… O güzelim bağlar bahçeler, o canım yeşillikler hani nerede? Bırakın uzaktaki yayla ve ormanları, yabanıl kuşlar Gıjgıj’da, hatta Kale eteklerinde görülürdü. Şehirde gürültü yoktu, kirlilik yoktu, her şey daha doğaldı. Biz önce doğallığımızı yitirdik.
Değişim kaçınılmazdı. Türkiye değişiyordu. Sanayileşme sürecine giren ülkemizde hızlı kentleşme başlamıştı. Kırsaldan kentlere göç alabildiğine gidiyordu. Hazırlıksız yakalanmıştık. Müthiş bir inşaat furyasıyla beraber kaçak yapılaşmalar, kentlerin o durulmuş- süzülmüş havasını bozuyor, imar planlarını alt-üst ediyordu.
İmar planları alt-üst olurken, kentlerin yeşil dokuları gibi tarihsel mekânları da tahribata uğruyordu. Yeşil adına park bahçe gibi yeni kazanımlar ve birkaç tarihi eserin o da yalan-yanlış onarımları devede kulak kalıyordu.
Kaybolan değerlerle beraber huzur da bozuluyordu. Köşe dönücülük, rantiyecilik, anarşi, enflasyon derken ardından terör sökün etmişti.
Peki ama kentleşme olmasın mı, sanayileşme olmasın mıydı? Elbette olsundu, zaten de bu doludizgin değişimin önünde durulamazdı. Bizim dediğimiz şudur: hazırlıksız yakalanmıştık: siyaset kurumu, bürokrasi, devlet kuruluşları, mevzuat, vel’hasıl bütün sistem değişimin gerisinde kalmış, adeta sürüklenmişti.
Başta Belediyeler olmak üzere Yerel Yönetimlerin de güçsüz oluşu, sistemdeki aşırı merkeziyetçilik, yerinde ve zamanında önleyici ve iyileştirici kararların uygulanmasına da mani olduğundan olan-bitene sadece seyirci kalınıyordu.
Kaybolan değerlerimiz için ortaya çıkan çirkin ve yoz tablolar için aklı başında herkes ahlanıp vahlanıyor şimdi. “Yarın çok geç olabilir” diyenler haklı çıktı ama ne yazar?
Ne yapmak lazım? Amerika’yı yeniden keşfedecek halimiz yok. Bugüne dek hemen her şey yazılıp çizildi ve konuşuldu. Teşhisler kondu, reçeteler verildi. Geriye bir tek şey kalıyor: Aklın, bilimin, fennin gereğini samimiyetle yapmak…
Hoşça kalın…

1 KASIM – TOKAT GAZETESİ

administrator

    Related Articles

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir