DEMOKRASİ VE SİSTEM (35)
“Ey Türk Gençliği!” diye başlayan hitabesinde ATATÜRK, ‘Cumhuriyet ve bağımsızlık senin en kıymetli hazinen ve bu hazine varlık ve geleceğinin biricik temelidir’ ifadesiyle geleceğin ufkunu ve hitabenin devamında ise en kötü durumlardan çıkış yolunu gösteriyordu. Bağımsızlık ve Cumhuriyete kastedecek iç ve dış kötücüller her zaman olabilirdi.
İç ve dış kötücüller, onun sağlığında bile boş durmadılar. Şeyh Sait isyanı, Terakkiperver ve Serbest Fırka hareketleri, Menemen olayı, İzmir suikastı, Dersim isyanı… Bütün bunlar CUMHURİYET öncesi, henüz KURTULUŞ SAVAŞI’na girilmeden, henüz KUVA-YI MİLLİYE örgütlenirken, parça parça edilip paylaşılmak üzere olan bir yurdun insanları emperyalizme karşı bir ihtilal başlatmış iken; işgalci güçler ve onların İstanbul’daki işbirlikçilerince kotarılan karşı-ihtilalin, Cumhuriyet sonrası tezgâhlanan yeni çevirileri (versiyonları) değil miydi?
Aslında karşı-ihtilal, ATATÜRK’ten sonra da hiç durmadı. İSMET PAŞA devrinde bunun en çarpıcı örneği, Köy Enstitüleri’ne karşı başlatılan kampanyadır. Türkiye halkını cehaletten kurtaracak bir büyük tasarım ve uygulama, ne yazık ki ‘komünistlik’ suçlamasıyla karalanmış, birtakım davalar açılmış ve nihayet 14 MAYIS 1950’de siyasi iktidar olan DEMOKRAT PARTİ döneminde çıkartılan bir kararla kapatılmıştır.
Cehalet devam etmeliydi, dinsel bağnazlık da devam etmeliydi ki, emperyalizmin Türkiye üzerindeki oyunları ve sömürüsü de sürüp gitsindi. İçerdeki işbirlikçiler de abat olsundu; siyasi iktidarları pekişsindi. Acaba onun için mi yeni siyasi iktidar, koltuğa geçer geçmez ilk iş olarak sokaklara davullu tellallar (münadiler) salarak, Türkçe okunan ezanın bundan böyle Arapça okunacağını ilan etmişti? Acaba onun için mi Başbakan Adnan MENDERES, seçimler yaklaştı mı doğu ve güneydoğu illerine gidip, kerameti kendinden menkul şeyhlerin mübarek ellerini öpüyordu? Acaba onun için mi DP Meclis grubu toplantısında kendi milletvekillerine hitaben ‘siz isteseniz hilafeti bile geri getirebilirsiniz!’ diyordu.
Varsın ATATÜK, ‘müslümanlığı, yüzyıllardan beri yapılageldiği üzere, bir siyaset aracı olarak kullanılmaktan kurtarmanın ve yüceltmenin çok gerekli olduğu gerçeğini de görüyoruz!’ desindi!. Varsın ATATÜRK, ’20. yüzyılda uygarlığa ve çağdaşlığa yürüyen bir ulus, birtakım şeyhlerin ve seyyitlerin peşine düşen müritler, dervişler, meczuplar topluluğu olabilir mi?’ diye sorsundu! Ne gam!… Biz icabında hem Atatürkçü görünür, hem de gider şeyhlerin ve seyyitlerin ellerini öperdik. Arasıra hilafetçi bile olurduk. Yeter ki partimize oy gelsin, yeter ki biz hep milletvekili, bakan, başbakan olalım. Cumhuriyet tehlikeye düşerse, nasılsa ordumuz vardı ya… Bir süre saf dışı olsak da, bu milleti kandırmanın usullerini çok iyi bildiğimiz için, yine milletvekili, bakan, başbakan olmanın bir yolunu bulurduk!
25 EYLÜL TOKAT GAZETESİ