DEMOKRASİ VE SİSTEM (64)
Kimbilir belki de ‘Asılacaksan İngiliz ipiyle asıl’ lafı, İngiliz Muhipler Cemiyeti üyelerinin dilimize soktuğu bir deyimdir. Zira bu deyim, aşırı bir İngiliz hayranlığının ürünüymüş gibi gözüküyor. İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin gizli kolunca yönetilen eylemler ise Tarih’ce sabit olmuştur. Aradan geçen onca yıldan sonra bugün İngiliz severliğini değişik boyutlarda izliyoruz. ‘İngilizce dünya dilidir’ deyip, son yıllarda İngilizce eğitim veren yüzlerce okul (Lise-kolej) açtık. İngilizce öğrenmek elbette gerekliydi ama, eğitim-öğretimi İngilizce yapmak şart mıydı? İngilizce modası, çarşıda-pazarda, medyada gırla gidiyor.
Mütareke yıllarındaki İstanbul’da etkili birtakım erkek ve kadınlar da, gerçek kurtuluşun ‘Amerikan Mandası’nı (Amerika’nın denetim altında yaşamayı) isteme ve sağlamada bulunduğu kanısındaydı. Bu kanıda bulunanlar düşüncelerinde çok direndiler; doğruluğun sırf kendi görüşlerinin uygulanmasında olduğunu ispat etmeye çalıştılar. ATATÜRK, Nutuk’un ilerleyen bölümlerinde, muhiplerin ve mandacıların gizli yüzlerini açığa çıkartan açıklamalar yapmıştır. Bugün de açıkça Amerikan mandası (güdümü) isteyenler olmasa da, bazı kişi ve kuruluşların Türk Adaleti’nin sorgu ve kararlarından kurtulmak için Amerikan desteğinden yararlanma girişimleri ilginç değil mi? Şu Allah’ın işine bakın; meydanlarda oy toplama uğruna Amerikan ve İsrail karşıtı hamaset (yiğitlik) edebiyatı yap, halka hitaben ‘Yahudi uşağı olmayanlar parmak kaldırsın’ de! Muhalefetten iktidara geçince de İsrail ile anlaşmalara imza koy, sonra siyasi suç işleyip yargı kovuşturmasına uğrayınca da A.B.D.’nin sözde demokrasi kaygısı bahanesiyle Türkiye’ye baskı yapmasını doğal karşıla!?! Bu ne biçim siyasi ahlak ve nemene yurtseverlik?
Şimdi burada dönüp tekrar Atatürk’ün yurtseverliğine bakalım; Mütareke yıllarında ve Sevr sürecinde kurtuluş yolları düşünülürken başlıca üç görüş ortaya atılmıştı:
1- İngiltere’nin koruyuculuğunu istemek. 2- Amerika’nın güdümünü istemek. 3- Bölgesel kurtuluş yolları aramak.
ATATÜRK, bu kararların hiçbirinde tutarlılık görmedi: “Çünkü bu kararların dayandığı bütün kanıtlar ve görüşler çürüktü, temelsizdi. Çünkü o dönemde, Osmanlı Devleti’nin temelleri çökmüş, ömrü bitmişti. Ortada bir avuç Türkün barındığı bir atayurdu kalmıştı. Son sorun, bunun da bölüşülmesini sağlamak için uğraşılmaktan oluşmuştu. Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, padişah, halife, hükümet, bunların hepsi içeriği kalmamış birtakım anlamsız sözlerdi.
Neyin ve kimin dokunulmazlığı için kimden ve ne gibi yardım istemek düşünülüyordu? O durumda sağlıklı ve gerçek karar ne olabilirdi?
Bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da ulusal egemenliğe dayanan, kısıntısız, koşulsuz, bağımsız yeni bir TÜRK DEVLETİ kurmak. İşte, daha, İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız karar, bu karar olmuştur.”
Devam edecek. Hoşça kalın…
29 EKİM TOKAT GAZETESİ