BÜYÜK ZAFERİ KUTLARKEN… (1)

BÜYÜK ZAFERİ KUTLARKEN… (1)

BÜYÜK ZAFERİ KUTLARKEN… (1)

“… Gelen raporları inceleyince kesin bir yargıya vardık ki, Türk’ün gerçek kurtuluş güneşi 30 Ağustos sabahı ufuktan bütün görkemiyle doğacaktır.”
Yukarıdaki söz, 30 Ağustos 1924’de, Dumlupınar’da “Meçhul Asker Anıtı”nın açılış töreninde ATATÜRK tarafından söylenmişti. Törende Hükümet ve Ordu temsilcileri, askeri birlikler ve onbinlerce halk hazır bulunmuştu. Zamanın Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa’nın (Mareşal Çakmak), “Başkomutanlık Savaşı”nın askeri evrelerini anlatan konuşmasından sonra, Gazi Mustafa Kemal kürsüye geçmiştir.
ATATÜRK, zaferin kısa bir hikâyesini yaptıktan sonra onun siyasi önemi ve sonucu üzerinde durmuştur. Bu zafer, ayaklanan bir milletin ilk hedefi idi. Bundan sonraki hedefler ne olacaktır? ATATÜRK onları anlatmış ve sözlerini TÜRK GENÇLİĞİ’ni muhatap yaparak bitirmiştir.
“Afyonkarahisar-Dumlupınar” ya da “Başkomutanlık Meydan Muhaberesi” diye anılan büyük çarpışmanın muzaffer Başkomutanı, 30 Ağustos 1924’de öyle bir konuşma yapmıştı ki, aradan 78 yıl geçmesine karşın, bugünlere ve hatta yarınlara ışık tutan sönmez bir meşale olmuştu. Çünkü o konuşmada geçen her söz, bir söylevin çerçevesini aşıp, yaşanmış ve yaşanacak bir takım doğrular, gerçekler ve varlıklar haline dönüşüyordu.
Büyük Zaferin 2. yıldönümünün kutlandığı o gün Dumlupınar’da büyük önderin ağzından çıkan her söz, tarihsel gerçeklerin ifadesi olmanın ötesinde, bugüne dek geçen zamana ve daha kimbilir geçecek kaç zamana yönelik birer ders niteliğini taşıyordu.
Bütün mesele, 30 AĞUSTOS zaferinin 80. yıldönümü ve DUMLUPINAR söylevinin 78. yıldönümünde o günlerden bugüne kadar yaşamış ve yaşayan nesillerin dersine iyi çalışıp çalışmadığı noktasında toplanıyordu. Bu gelecek nesiller için de geçerliydi.
Peki, ne idi o Dumlupınar söylevindeki hikmet ve keramet?
O söylevin tamamını bu köşeye sığdırma olanağımız yok. Ancak bazı bölümlerini almakla yetinmek durumdayız.
Artık Durmadan İzmir’e Yürüyecektik
“… Efendiler; Ağustosun 31. günü, vakit günbatımına doğru idi ki, yine bu Çal köyünde, yıkık bir evin avlusu içinde İsmet Paşa ve Fevzi Paşa ile buluştuk. Kırık kağnı arabalarının döşeme ve oklarına ilişerek bundan sonraki vaziyeti iyice tartıp düşündük. Kazandığımız meydan muharebesinin bütün seferi sona erdirebilecek bir azamet ve ehemmiyette olduğunda uyuştuk. Şimdi Bursa istikametinde çekilen düşman kuvvetlerini mahvetmekle beraber bütün orduyu asli ile durmaksızın İzmir’e yürüyecektik.”
Meydan Muharebesi Milletlerin Çarpışması Demektir “Efendiler, harp, muharebe, nihayet meydan muharebesi yalnız
karşı karşıya gelen iki ordunun çarpışması değildir. Milletlerin
çarpışmasıdır. Meydan muharebesi milletlerin bütün varlıklarıyla, ilim ve fen sahasındaki seviyeleriyle, ahlaklarıyla, kültürleriyle özetle bütün maddi ve manevi kudret ve erdemleriyle ve her türlü araçlarıyla çarpıştığı bir imtihan sahasıdır. TARİH, başlarındaki hükümdarların, haris politikacıların bir takım hayali emellerle, onların vasıtası durumuna düşen yayılmacı orduların, yayılmacı ulusların uğradığı bu nevi feci akıbetlerle dopdoludur.”

30 AĞUSTOS TOKAT GAZETESİ

administrator

    Related Articles

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir