DEMOKRASİ VE SİSTEM (36)
ATATÜRK döneminde, MECLİS içinde muhalif bir grup, bu grupların kurduğu siyasi partiler, İstanbul’da birkaç gazete ve kıyıda köşede kalmış hilafetçilerin yaptıkları din istismarı, İsmet İNÖNÜ devrinde Köy Enstitülerine karşıt kampanyada kullanılmış ve nihayet DP İktidarı döneminde başbakan Adnan MENDERES’in partisinin meclis grubu toplantısında milletvekillerine hitaben ‘Siz isteseniz Hilafeti bile geri getirebilirsiniz’ sözüyle hükümet katına tırmanmıştı.
Bununla da kalınmayıp, ATATÜRK ve İNÖNÜ dönemlerinde ortaya çıkma cesaretini göstermeyen tarikat şehleri de piyasaya çıkmış, başbakana, bakanlara ve bir kısım milletvekillerine seçim zamanlarında el öptürmeye başlamışlardı. CHP iktidarında, cami ve mescidlerdeki din görevlilerinin yetişmeleri için açılan imam-hatip kursları, DP iktidarında İmam-Hatip okullarına dönüşmüş, sayıları hızla artmıştı. İmam-Hatip okullarının istismarı da daha o tarihlerde gündeme çıkmıştı. Bir kısım siyasetçiden cesaret bulan taassup ehli de halk arasında ve cami kürsülerinde, ‘Çocuklarınızı İmam-Hatip Okullarına ve Kur’an Kurslarına verirseniz Allah’ın hoşnutluğunu kazanırsınız’ kabilinden sözlerle ve diğer okulları ise ‘gâvur mektepleri’ diye kötülemekle içlerinde saklı zehri kusup nifak tohumları ekiyorlardı.
Yine o tarihlerde kuytu köşelerde, cami ve mescid kürsülerinde vaaz eden, hutbe okuyan birtakım din adamları vaaz ve hutbelerine ‘Hâkimiyet kayıtsız şartsız Allah’ındır’ diyerek başlar olmuşlardı. Ancak bunu, Allah’ın sonsuz kudretini anlatmak için değil, ATATÜRK’ün 20 OCAK 1923’de söylediği ‘Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir’ sözüne bir nazire yapmak, daha doğrusu bu sözü çürütmek maksadıyla söylüyorlardı. Cumhuriyete ve demokrasiye karşı, Allah kelimesini kalkan yaparak tavır koymaktı asıl niyetleri. Yıllar yılı laik sisteme, Cumhuriyete ve Atatürk’e karşı içlerinde sakladıkları hıncı nihayet dışa vurmuşlardı.
İşin garibi, Atatürk’e, Cumhuriyete ve laik sisteme üstü örtülü ifade biçimleriyle tavır koymayı, kafa karıştırmayı marifet zanneden bir kısım din adamları, memur statüsünde oldukları için laik devletten maaş alıp geçimlerini temin ediyorlardı. Ancak bunun onlar için fazla bir önemi yoktu; onlar hem laik devletten maaşlarını tıkır tıkır alacaklar, hem de o laik devletin arkasından kuyusunu kazacaklardı. Bu kuyu kazma faaliyeti yalnız dinsel kürsülerde değil, tarikat yuvalarında ve benzeri yerlerde 48 yıldır sürüp geliyor. Meselenin daha garip ve daha hazin olan yönü ise, laik devletin Diyanet İşleri Başkanlığının emrinde ve dolayısıyla denetimi altında bulunan bütün İl ve İlçe müftülükleri ve bunlara bağlı din görevlilerinin yaptıkları yanlışı, vesvese veren konuşmalarını düzeltecek ne idari, ne de siyasi bir otoritenin devreye girmemesiydi. İşte böylece başıboş bırakılmış bir meydanda dinsel dokunulmazlık zırhına bürünerek, yalnız Cumhuriyete ve laik hukuk düzenine karşı olmakla kalmayıp son yıllarda din istismarını aşırı dozlarda kullanan bir siyasi parti lehinde, cuma namazına gelmiş kalabalık cemaatlere ‘özlediğiniz düzen yakında geliyor’ diyerek camilerde alenen propaganda yapabilecek bir pervasızlık içinde olan din görevlileri türemişti. Hal ve keyfiyet böyleyken bile ne Diyanet İşleri Teşkilatından, ne de bunun üstündeki İdari ve siyasi makamlardan tık çıkmıyordu.
Devam edecek. Hoşça kalın…
26 EYLÜL TOKAT GAZETESİ