HABERLER’DEN ESİNTİLER
Çetin Altan, Tokat dönüşü yazdığı “Zarf ve mazruf” başlıklı köşe yazısında, Anadolu insanını ve toplumunu (Tokat’taki tatsız tuzsuz davranışlarını örtbas etmek istercesine) hedef tahtası yapmış.
Anadolu’yu gerçekten tanıyor mu acaba İstanbul’dan eleştiri oklarını yağdırırken, dayanağının ne olduğunu anlamak için boşuna kafa yormayın. Kafa yorsanız da, her türlü geleneksel değeri barbarlık gibi nitelemiş bir saplantının hoyratlığını anında görürsünüz zaten. Siz aslında bütün içtenliğiniz ve misafirperverliğinizle bir zarafet anında olsanız, bilgisiz ve erdemsiz bir saplantının yargısından kaçamazsınız. Çünkü siz, “Tanımaktan çok tanıtmaktan yanalar” diyerek çatılansınız.
Siz onu tanımış ve davet etmiştiniz. Tanıma eyleminiz su götürmez biçimde sizi aklıyordu. Tanıtma eylemine bağlamak sizin hakkınızdı. Oyunun kuralı da buydu. Ama kuraldışılık da onun harcıydı.
Onun sizi tanıması mı? Yani, mesela yüzyıllık bir bunalımın acı dolu serüvenini, şehidinizi, gazinizi, göçünüzü ve çilenizi? Sessiz ve soylu direşiniz? Yabancıl kültür bombardımanı altında safiyetinizi mukaddes bir emanet gibi saklayışınızı? Kalkınma çağrısına hazır duruşunuzu, sabrınızı ve vefanızı? Köyünüzü, derenizi ve tepenizi, gölünüzü ve yaylanızı? Gülünüzü ve dikeninizi? Kalenizi ve mescidinizi? Tasarınızı ve yatırımınızı?
Kısacası, tanıtmak sınırlıdır, ama “tanıma” sonsuza uzanır. Oysa ki üstad, tanımak adına en küçük bir lütufta bulunmuyor. O geldiği bir değişik yörede dahi, bir masaya 12 saat içkisini yudumlayan bir orantıyla çakılıp nutuk atacak, sabahlayacak, gündüzleyin de uykusunu çekecek. Masasında oturan kişileri tanımak zahmetinde bulundu ya işte… Daha ne bekliyorsunuz? Sizi tanımazı mı Hah! Ha!… Siz onu tanıyacaksınız!
Onun kitapları var, tabloları var, heykelleri var. Sizin bir müziğiniz bile yok gibi. Hem sonra siz; yeryüzünde bir heykelci, bir ozan, bir düşünür, bir ressam nasıl olur, hiç anlamamışsınız. Siz, ancak beğenilmek isteyen ve zaman değeri olmayan bir şarklısınız.
Sizin köylerinizde teniz kortlarınız da yok, piyanosu bulunan bir ev de. Başka yapabileceğiniz bir şey de yokmuş birkaç kuşak beklemekten başka.
Siz, rahmani bir yazı mı umuyordunuz? Çetin Altan’dan, köşe tabelasındaki “Şeytanın gör dediği”ni göre göre?…
3 AĞUSTOS – SESİMİZ GAZETESİ