KÜLTÜR EROZYONUNA KARŞI TÜRK RÖNESANSI
Tarih’i sevmek, onu bilmekle başlar. Önce okursun, öğrenirsin, bilirsin. Bu bilgi, seni geçmiş zamandan gelecek zamana taşıyacak bir köprü gibidir. Böylesi bir köprünün harcı ise sevgi olsa gerek. Tarih, kültür ve sanata duyulan sevgi…
“TARİH” ile kültür ve sanat arasındaki sıkı bağları da görmek lazım. Çünkü kültürün tanımından, insanların tarih boyunca ürettiği değerlerin bir birikim olarak zamana yayılmasını anlıyoruz. Milletler de yaşadıkları coğrafyada, hem eski kavimlerden kalan kültüre, hem de ürettikleri kendine özgü bir kültüre sahip olurlar. Bir toplumu, bir başkasından; bir milleti başka milletlerden farklı yapan özellik de budur zaten.
Millet kültürünü dev bir mozaik gibi kabul edersek, o milletin yaşadığı coğrafyanın her bir yöresindeki farklı kültürel öğeler, değişik tarih ve sanat ürünleri, dev mozaiğin renkli parçaları gibidir. Eğer bu parçalar kırılıp dökülmüşse veya dökülen yerli yerine konmamışsa, kaybolan parçaların yerine de aslına en uygun olanları özenle yapılmamışsa, mozaiğin bütünü tehlikede demektir. Birileri muhakkak bu tehlikenin alarmını vermiştir veya vermektedir.
Verilen alarm ciddiye alınmazsa, ülkemizdeki toprak erozyonu gibi, kültür erozyonu da kaçınılmaz olacaktır.
Aslında bakarsak, ülkemizdeki kültür erozyonu çoktan başlamış da kaptırmış gidiyor bile.
Şu çarpık kentleşme, yeşili yok eden betonlaşma, tükenen kaynaklar, kirlenen çevremiz, bozulan ve unutulan güzel geleneklerimiz, tahrip edilen tarihi dokumuz, talan edilen eserlerimiz, harabeye dönmüş eski mimari yapılarımız, yabancı dil saldırısına uğrayan dilimiz, “Türkçe bilim dili olamaz” diye saçmalayan bir Yök Başkanı, bu kendinden kaçış, şu gürültü, bu terör, şu tekerlekli anarşi hep neyin nesi? Hep neyin alametleri?
Gelişmiş kabul edilen, uygarlıkta ileri bilinen ülkelere şöyle bir baktığımızda, istikrarlı ekonomileri gibi kültürel hayatlarının da süzülmüş, durulmuş ve oturmuş olduğunu görürüz. Biraz hayret, biraz da gıpta ile bakarız onlara. Taklit edelim dedik o da pek tutmadı. Ne yapmak lazım peki? Öze dönmek… Öze dönerken de tüm insanlığın birikiminden nasibini almak…
Aslında gelecek bize güzel şeyler de vadediyor. Ufakta iyi alametler de var. Aklımızı ve gönlümüzü adayabilirsek, zamanın hakkını verebilirsek, 21. yüzyıla giderken yeni bir Türk Rönesansı güneş gibi doğacaktır.
Ufkunuz aydın, yolunuz açık olsun…
23 EKİM – TOKAT GAZETESİ