ŞİMDİ TAM DA BİRLİK ZAMANI
20 Temmuz 2015 pazartesi günü öğle saatlerinde Şanlıurfa’nın SURUÇ ilçesinde, Sosyalist Gençlik Federasyonu üyeleri (ki, bu gençler İstanbul’dan yola çıkıp Suriye’nin kuzeyinde PYD artı PKK ve ABD desteğiyle oluşturulan Kürt özerk bölgesi KOBANİ (Ayn-el Arap) de ki çocuklara oyuncak ve kitap götürmek üzere) basın açıklaması yaparken patlatılan canlı bomba katliamında çoğu üniversiteli genç 32 yurttaşımız ölmüş, 102 yurttaşımız da yaralanmıştı.
SURUÇ’taki katliamın ertesi günü, adeta bir düğmeye basılmış gibi, başta doğu ve güney doğu olmak üzere, büyük kentlere ve ülkemizin dört bir tarafına yayılan bölücü etnik terörist PKK saldırısı halen can alarak, yakarak yıkarak pervasızca devam ediyor. Şimdi buraya bir ‘mim’ koyalım. Belli ki, Kobani bahanesiyle bir grup genci İstanbul’dan Suruç’a gönderen veya götürenle eşzamanlı olarak canlı bombayı da oraya gönderen ve ertesi gün genel bir saldırı için düğmeye basan merkez yada üst akıl aynı merkez, aynı üst akıl. Bunu saptamak için kahin veya alim olmak gerekmez.
Ülkemiz, BATI’nın ORTADOĞU’ya çöreklenmis 200 yıllık sömurgeci-yayılmacı (emperyalist) politikaları ile bağlantılı olarak, yıllardır süregelen bölünme tehdidi, güney komşularındaki kargaşalık ve buralardan kopan milyonlarca mülteci akınıyla karşı karşıyayken, Suruç’ta katliama sebep olan bomba ve bunu bir işaret fişeği gibi algılayıp hareketlenen son derece organize şiddet eylemleriyle iç ve dış politikasına yeni bir ayar verilerek, bölünme senaryosunun son aşamasına mı sürüklenmek isteniyordu?.
Aslında, 2001-2002’de bitme noktasına getirilmişken, son 13 yıldır giderek tırmanan, öte yandan 3-4 yıldır sözde barış söylemiyle açılım-çözüm süreci denilip, değil silah bırakmak, daha da yayılıp gücüne güç katma ve daha çok silahlanma olanaklarına kavuşan bölücü örgüt, 20 TEMMUZ’da patlayan ‘bombanın’ ardından (her türlü sabotaj, suikast dahil) son derece organize gerilla taktikleriyle, bu defa adeta genel bir taarruza geçmiştir.
Yoğunluğu zaman içinde değişmekle beraber ülkemizde 30 yıldır süren, binlerce can alan, maddi-manevi yıkımlara sebep olan bunca eylemin sahibi tek başına bir örgüt olabilir mi?! Bunun adını artık resmen koymak lazım. Bu son taarruz da ayan beyan gösteriyor ki, ortada TÜRK DEVLETİ’ne açılmış bir savaş var. Resmen ilan edilmemiş olsa da…
Türk Devleti’ne Türkiye Cumhuriyeti’ne, Türk Milleti’ne karşı açılan bu savaşın, bu taarruzun arkasında besbelli ki, emperyalizmin kanlı gölgesi, BOP (Büyük Orta Doğu Projesi), ABD’nin Yeni Dünya Düzeni planları var. Hani ‘Demokratik’ açılımdı hani ‘Çözüm’, hani ‘Barış’ süreci idi?!. Hani analar ağlamayacaktı? Şimdi hem analar, babalar, kardeşler, eşler, çocuklar, hem de TÜRKİYE’nin anası ağlıyor…
Ülkede alevler, ağıtlar, mazlumun ahı yeri göğü sarınca uyuyan devin ayılması, başını kaldırması işlerine gelmeyeceği için, bu taarruzun arkasından da yine sözde ‘çatışmasızlık’, ‘eylemsizlik’ veya ‘barış süreci’ benzeri bir ad konularak yeni bir açılama kapı aranabilir. Yani kıpırdanan deve yeni bir narkoz verilebilir.
Nasıl ki, 03 AĞUSTOS günü hem Washington’dan, hem de Brüksel’den PKK’ya peş peşe uyarı yapıldı. Aynen şöyle: ‘Ateşi kes, saldırıları durdur, Türk Hükümeti ile yeniden müzakere masasına otur!” dediler. Aynı emperyal merkezler, Türk Devleti’ne de “PKK’ya karşı orantılı güç kullan!” baskısı yapıyor.
Ve 01 AĞUSTOS günü de Cumhurbaşkanı R.T ERDOĞAN: “Çözüm süreci istismar edildi, bedelini ağır ödedik” demiş ve eklemişti: “Açılım politikası bitmiştir.” Peki de dönüp şimdi buna da “Aldatıldık” mı diyeceğiz? Yani “Paralel Yapı” meselesinde olduğu gibi.. iktidarı ile, muhalefeti ile, hatta tüm Meclisi ile bunun, yani aldatılmanın, onca ölüm ve zulümlerin derece derece bir siyasi sorumluluğu olmayacak mıdır? Yoksa gerçekte aldatılan Türk Halkı, boşver gitsin mi denilecek?.
Şimdi ise durum çok vahimdir. Tarihimizde benzeri görülmemiş bir saldırıya karşı karşıyayız!. Bu saldırıyı etkisiz kılmak, bu savaştan en az zayiatla zaferle çıkmak için, Türk Milleti olarak sonuna kadar en zor koşullarda görev yapan güvenlik güçlerimizin, kahraman Mehmetçiğin, kahraman Polis ve Jandarmamızın arkasında durmalıyız. Siyasi irade (Meclis Cumhurbaşkanı, Hükümet) de, herhalde hiç gevşemeden mücadele edecektir, etmelidir. Mücadele bırakılıp tekrar müzakere masalarına oturulursa bunun vebali ve bedeli çok daha ağır olacaktır.
Şimdi Milli Mücadele zamanı!..
11 AĞUSTOS TOKAT HABER GAZETESİ